Evinde, ilk ve ortaöğretimde okuduğu ders kitapları dışında “Kur’an” ve “Namaz Hocası” dışında kitap görmemiş;
Yoksulluğun zorlamasıyla henüz buluğa ermeden başlayan matbaa çıraklığıyla birlikte gazetecilik mesleğine adım atmış biri için Yılmaz Akkılıç ile karşılaşmanın ne kadar önemli olduğunu bilebilir misiniz?
O Yılmaz Akkılıç’ın, bıyıkları terlememiş gençteki eksikliği daha ilk gün görüp, hayatında unutamayacağı bir armağan verdiğini de bilemezsiniz.
* * *
Sevgili Yılmaz Amcam’ın, o unutamadığım armağanı Muzaffer İzgü’nün “Halo Dayı ve İki Öküz” adlı hikaye kitabıydı.
Oysa bugün 11 yaşındaki oğlum, Muzaffer İzgü ile pek çok yazar tarafından üretilen çocuk kitaplarını, okuyup tüketmişti çoktan…
“Halo Dayı ve İki Öküz”ü okuduğum yaş 17’ydi.
Bursa Hakimiyet Gazetesi’nde muhabirliğe başladığım 1984 yılındaki yerel seçimleri atlattıktan sonra, bugün Bursalı pek çok aydının kütüphanesinde bulunan 4 ciltlik Bursa Ansiklopedisi’ni hazırlamaya başlayan Yılmaz Akkılıç’ın yanına vermişti beni, genel yönetmen Saruhan Ağabey (Ayber)…
Ünlü Cadde, Çamlıbel İşhanı’ndaki gazete binasının karşısında kiralanan daire, merhum Aykan Uzoğuz’un, merhum Enver Ayhan’ın, karikatüristler Serdar Gilkal, Yılmaz Aslantürk ve Sait Oktay ile Yılmaz Akkılıç’ın ofisiydi.
Ansiklopedinin içeriğine, ortaokuldan sonra liseye gitmemiş, üstelik o ana kadar ders kitabı dışında eline kitap geçmemiş bir gencin ne katkısı olabilirdi ki?
Ama en azından fotoğraf çekebilir, kent sanayisine ilişkin rakamsal veri toplayabilirdi. Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikaları tek tek gezip, formda yazılı sorulara verilecek yanıtları toplayabilirdi.
Tabanlarım şişmişti günlerce fabrikaları gezmekten… Sonunda Yılmaz Amcam çözüm üretmiş, Erol Nural ağabeyimin oğluna ait bisikleti sunmuştu hizmetime…
Zaman zaman ansiklopedide yer alacak maddeleri görsel anlamda destekleyecek fotoğrafları çekmek için ilçeleri gezdik Yılmaz Amcam’la… Karacabey’e yaptığımız gezi sırasında, ilçe meydanındaki gazeteler baş bayisi, kitapçı, kırtasiyeciden almıştı bana o unutamadığım kitabı…
* * *
Kaç ay, kaç yıl çalıştık birlikte hatırlamıyorum ama hiç ayrı düşmedik… Yaptığım yanlışlarda sert fırçaları hiçbir zaman kırıcı değil, eğitici, öğreticiydi. Adeta deniz fenerim olmuş, kayalara toslamamı önlemişti çoğu zaman…
Asker geçmişinin verdiği disiplin zaman zaman zorlasa da, kötü bir şey değildi nihayetinde… Düzenli olmayı, yapılacak işi zamanında eksiksiz ve doğru yapmayı sağlıyordu.
Yıllarca okumuş, biriktirmiş ve servet edinmişti! Bu serveti, 1984 yılında yolunu aydınlattığı genç gibilerine bıraktı.
Nilüfer’de Basın Kültür Sarayı içindeki Akkılıç Kütüphanesi’nin kitap varlığı bugün 30 bini aşmış durumda…
Dün ölüm haberini aldıktan sonra girdiğim kütüphanede oturacak yer olmadığını, masa ve sandalyelerin Yılmaz Amcam’ın ışığıyla aydınlananları görünce, elini öpmek geldi içimden…
Pek çok kişinin amca demesine karşın hiç kimseye elini öptürmezdi O!
Çünkü el öptürmek bağnazlığı, softalığı, karanlığı çağrıştırıyordu O’nda… Oysa O, hayatını softalık ve karanlıkla mücadeleye adamıştı.
Rahat uyu Yılmaz Amca…