49. Uluslararası Bursa Festivali programının açıklandığı tanıtım toplantısını da, şimdiye kadar gerçekleşen üç etkinliği de izledik ama şimdiye kadar bir satır yazma olanağı bulamamıştık.
Sırası geldi galiba…
Program içeriği, geneli itibariyle fena değil… Açılış konserinde Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası ile birlikte sahne alan Vokaliz Grubu ile klarnetin dahi çocuğu Serkan Çağrı’nın performansına bayıldım.
“Bayılma” kelimesi çok beğendiğimi anlatıyor da, konserin başlangıcında sinirden bayılacaktım, o ayrı bir sorun… Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konser sırasında çevredeki düğünlerden yayılan müziklerinin yarattığı ses kirliliği, katlanılabilir değildi.
Öyle ki, taverna müziği orkestra elemanlarını bile yanılttı ve zaman zaman ses karışıklıkları yaşandı. Kim bilir Şef Ender Sakpınar, orkestrayı kontrol altında tutabilmek için neler çekti?
Bu, bu yıla ilişkin bir sorun değil… Her yıl yaşanıyor da, bir çözüm üretmeyi kimse düşünmüyor olsa gerek…

* * *

Festivalin ikinci etkinliği türkü gecesiydi…
“Bu Toprağın Türküleri” başlığı altındaki konserin sanatçıları Fuat Saka, Şükriye Tutkun, Sümer Ezgü ve Hüseyin Turan, tartışmasız bu alanın en iyileri… Prodüktörü her kimse müthiş bir kolaj yapmış… Gel gör ki o gece de ses düzeni berbattı.
Her ne kadar ses düzeni ve teknisyenlerinin “en iyisi” olduğu söylense de, davulun sesi uzaktan hoş gelir mantığıyla hareket ederek en arka sıralara kaçtım ama fayda etmedi.

* * *

Gelelim üçüncü etkinliğe…
Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nin Osmangazi Salonu’nda gerçekleştirilen “Harem” adlı baleye ilişkin düşüncelerim çelişkili…
Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen gösterinin, festival programlarında “müzikal” diye tanıtılması doğru olmamış. Zira müzikal denince aklımıza, müzikli tiyatro gösterisi geliyor akla… Bu resmen bale…
Ayrıca bale, batıya ait bir sahne sanatı… 1500 ve 1800’lü yıllarda Osmanlı saraylarında balenin izlerine rastlansa da, toplum tarafından benimsenmiş değil…
Kanımca bale, zarafeti sahneye en iyi yansıtan sanat dalı… Baleyi, Osmanlı’nın sefahate düşkün saray yönüyle değil de, toplum gelenekleriyle bir arada düşünemezdim açıkçası… Önceki akşam izledik… Türk Sanat Müziği’nin klasikleri arasında yer alan peşrev ve saz semaileri eşliğinde sahnelenen gösteride hikaye-dans-müzik uyumunu beğendim.
Ama şunu düşünmeden de edemedim:
“Eğer iktidarda bugün Neo-Osmanlıcı bir siyasi parti olmasaydı, Devlet Opera ve Balesi repertuvarına böyle bir eser alır mıydı?”
Zaten Rejisör ve Koreograf Merih Cimenciler’in bu gösteriyi, Kültür ve Dışişleri bakanlıklarının isteği doğrultusunda hazırladığı, broşürde bile yazılmış…

* * *

Finali, bu üç etkinliğin toplamından elde ettiğimiz izlenimle yapalım…
Gerek açılış konseri, gerek türkü gecesi, gerekse bale… Üç etkinliğin de izleyici yoğunluğu açısından fiyasko olduğunu söylemek abes kaçmaz sanırım. Zira, program tanıtım toplantısında, özellikle Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’ndaki etkinlikler için davetiye oranını sormuştum. Yüzde 20 civarında olduğu söylenmişti.
Görüntü bu söylemi yalanlıyor ve davetli oranının yüzde 50 dolayında olduğunu gösteriyor. Bileti satılabilen yerler doluyken, ön bloklardaki büyük boşluklar sırıtıyor. Zira davetiye verilenlerin çoğu gelmiyor.
Bu konuda da bir şeyler yapmak lazım!

Ayrıca bakınız:

Yoruma kapalıdır