Sözün bittiği yerdeyiz. Hiçbir kelimenin, hiçbir cümlenin çare olmadığı, yürekleri ferahlatmadığı, geleceğe ilişkin umut tomurcuklarının açmadığı noktada…
Böyle çaresiz mi kalacağız hep?
İliğimizi emen terör belası karşısında “Kahrolsun PKK” deyip, yüreği yanan ana babaların “Vatan sağ olsun” avunmalarını izlerken gözyaşı dökmeye devam mı edeceğiz?
Ya da ailemizden, yakın çevremizden askere gidenlerin görev süreleri boyunca kaygıyla mı bekleyeceğiz?
Çalan her telefonu korkuyla mı açacağız?
Televizyonların, rutin yayınları sırasında alttan ve sol yandan açılan “son dakika” yazılı kırmızı şeritlerden acı haber mi bekleyeceğiz?
Ya da işinde gücündeki anamızın, babamızın, çocuğumuzun, kardeşimizin koltuğunun altında bir ekmekle eve dönerken şehre inen terörün hain pusularından birine takılıp takılmayacağı korkusuyla mı yaşayacağız?
Yok!
Buna yürek dayanmaz artık!
Biliyorum, bu kaygıları dile getirmekle neye hizmet ettiğimi! Ülkemde korku ve kaos yaratarak, devletin olağanüstü kararlarla özgürlükleri kısıtlamasını sağlamayı amaçlayanların ekmeğine yağ sürüyorum kendimce, farkındayım…
Bu yüzden, Başbakan’ın dünkü parti grup konuşmasında, ülkede yaşanan kaosun sorumlusu ve terör örgütü yandaşı olarak gösterdiği medya mensuplarından biri de benim belki!
Oysa en insani duygu olan korkuyu dile getiriyorum.
Pis bir hain tuzakta can verme korkusunu nasıl gizleyebilir ki insan?
Korktuğumuz halde korkmuyormuş gibi davranıp, “Biz yüce Türk milletiyiz. Bir avuç çapulcuya mı bırakacağız bu ülkeyi? Kanımızın son damlasına kadar mücadele ederiz. Ölmeye, ölmeye geldik!” dedik de, teröristleri korkuttuk mu?
Bu sloganlarla, şapkalarını önlerine koyup derin düşünceleri mi sevk ettik, dağdaki teröristleri?
Topyekûn bir savaşsa söz konusu olan, hepimiz alalım elimize silahı, yoksa baltayı kazmayı, savaşalım ölümüne… Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu ve bizlere emanet ettiği bu ülkeyi korumak için canımızı verelim…
Verelim de, bugün karşımızdaki, Atatürk ve ordularının mücadele ettiği türden bir düşman değil…
Vuruyor, kaçıyor…
Bir süre saklanıyor. Hem içerden, hem dışardan besleniyor.
Saklandığı mecra ise ülkemin en yumuşak karnı…
İçerden beslendiği kaynak, geçmişten bu yana yanlış politikalarla terör örgütünün kucağına ittiğimiz Kürt halkı… Dışarıdaki besin kaynağı ise malum emperyalizm…
İşte o, Abdullah Öcalan’ı yakalayıp güvenlik güçlerine teslim ederek iyilik ettiğini sandığımız müttefiklerimiz var ya… Son zamanda terörün azmasını sağlayan da onlar kuşkusuz…
Onlar ki, Sayın Başbakan’ın kürsülerde yaptığı kabadayılığın intikamını, daha soğukkanlı bir şekilde maşa aracılığıyla alıyorlar…
Sayın Başbakan, ülkenin başına dert olan ne varsa, “Kasımpaşa raconu”yla çözemeyeceğini anlamalı artık…
Açılım dediği her neyse, salon toplantılarında “tuzu kuru”lara anlatmakla başaramayacağını da kavramış olmalı…
Sorunun, temel insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokrasiyle, evrensel kurallara göre işleyen hukukla ve sağlam bir ekonomik yapıyla çözüleceğini bilmeli ve gereği için çaba göstermeli…