İnsanın hedefi ve o hedefe ulaşmak için iddiası olmalı. “Hedefe ulaşmak için her yol mübah” olmamalı. Başı gövdesi ayrı oynamamalı! Hele ki bahse konu kişiler siyasetçiyse, makam-mevki elde etme hevesini “memlekete hizmet aşkı” ile anlatmamalı!
Biliyoruz ki bugün siyaset sahnesi “köçek”ten geçilmiyor.
Bakın, köçek arkadaşlar! Mesleğinizi küçümsüyor değilim. Sizlere hakaret kastım yok. İşi köçeklik olana saygı duyarım da, siyaseti meslek haline getirmişlerin köçeklik yapmasına dayanamam!
Eyvah be ya!
Yerel seçim öncesi ortalık toz duman malum…
Aslında değil… Her şey o kadar net ki!
Ampul göz kırpmaya başlamış ama hala hücum var. Ampule hücumun bir nedeni de okların, içerdekine de, dışarıdan gelene de oldukça sivri olması! Kurt ehlileşmiş, kendi ekseni etrafında biteviye dönerek kuyruğunu kovalıyor!
Siyasi kulis yazarı meslektaşlarım, hangi partide kimler aday adayı hepsini tek tek yazdılar, yazıyorlar. Bakıyorum da aday adaylarına, bazıları var ki, “Eyvah be ya!” demekten alamıyorum kendimi…
İnsan biraz haddini bilir değil mi?
Çapına, bilgi birikimine bakmadan belediye başkanlığına aday adayı olanlar var.
Be mübarekler! Şimdiye kadar hangi konuda başarı sağladınız? Kaç kişiyi ve dahası ne kadarlık bir bütçeyi yönettiniz?
Örneğin, bilimsel finans yönetimi, kalite, insan kaynakları, yönetişim konularında kaç konferans, seminer dinlediniz, kaç kitap okudunuz?
Bulunduğunuz partiye yıllarca hizmet etmenizden ötürü belediye başkanlığını kendinizde hak mı görüyorsunuz?
Liyakat da ne ola ki?
Kendi sorumuzu kendimiz yanıtlayalım.
“Evet! Hak görüyorlar.”
Çünkü “kasaba politikası”nın gereği bu… Bir partiye yıllarını vermiş olmak yetiyor, bazı makamlara aday olmak için. Liyakat da ne ola ki?
Aday adayları içinde elbette donanımlı, mesleğinde, iş yaşamında başarılı olmuş seçkin kişiler var. Fakat bahse konu kasaba politikacıları kadar şansları yok!
Aday adayı profilini bu kadar kötü resmetmemiz yersiz değil. Zira her alanda insan kalitemiz o kadar düştü ki!
Parantez;
İğneyi kendimize batırmayı da ihmal etmeyelim. Bu anlamda en başa gazetecilik mesleğini koyalım ki, adalet yerini bulsun!
Savunma şöyle elbette:
“Bilmem kim belediye başkanlığı, bilmem kim milletvekilliği yaptı da ben mi yapamayacağım? Benim onlardan neyim eksik?”
Başa dönüyoruz
Köçek demiştik ya… Özellikle iktidar partisinde çokça görülüyor böyleleri… Gerek başka siyasal tabandan gelmiş, gerekse parti içi dengeler değiştiği için yıllarca mücadele ettiği adamı terk etmişlerin “yeni patron”un yanında görünme çabaları öyle sırıtıyor ki…
Ey aday adayları! Yapmayın böyle! Birilerine yaranarak değil, yetenekleriniz ve iletişim gücünüzle çıkın ortaya…
Evet öyle olmuyor Türkiye’de maalesef ama önce insanın, sonra siyasetin ve diğer kurumların kalitesini ancak “dik duruş”la yükseltebiliriz.
—BEYİN CİMNASTİĞİ—
Makam mevki kapmak için olma köçek
Aday yapmazlarsa yatarsın yorgan döşek
Sen gene de atıp tutma ustanın arkasından
Konuşurken dikkat, olabilir bir yerde böcek
İki yıl önce ekonomik kriz tüm dünyayı sallamaya başlayınca ilginç yaklaşımlar ortaya çıkmıştı.
İngiliz insan kaynakları uzmanı Heather McGregor, dünya mali sistemini kontrol eden erkeklerin agresif stratejilerinin, krize neden olan en önemli faktörlerden biri olduğunu söylemişti. Erkekleri agresifleştiren de erkeklik hormonu testosterondu…
Bu da demekti ki, mali piyasaları kontrol eden erkekler, kadın cephesinde istediğini elde edemedikçe strese giriyor, bu da işe yansıyordu. Dolaylı da olsa küresel ekonomik krizin altından kadın çıkıyordu.
* * *
12 Eylül’deki Anayasa değişikliği oylamasıyla birlikte “acil yeni anayasa” gereksinimi doğdu. AKP’nin 2011 seçimleri sonrasına bırakmaya çalıştığı anayasa konusunda CHP’nin “seçimlerden önce” ısrarı ile başlayan samimiyet tartışmaları arasında dün sürpriz bir görüşme oldu…
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki 10 dakikalık sürpriz görüşme, Türkiye’de çoktandır lügatlerden çıkardığımız “uzlaşma” kelimesinin henüz unutulmadığını gösterdi.
Referandum ertesi bir yazıda şunları demiştik:
“Hayır oyu veren yüzde 42’nin kaygısının giderilebilmesi için görev sadece iktidar partisinin değildir. Muhalefet de en az iktidar kadar sorumludur bu kaygıların giderilmesinde…
Zira ne iktidar partisi, ne de ana muhalefet beni tek başına ikna edebilir, kaygımı giderebilir. İki büyük parti, yanlarına küçükleri de alacak, sivil toplum örgütlerinin de görüşlerini dinleyerek önce demokratik bir siyasi partiler yasası, ardından seçim yasası ve en sonunda yeni bir anayasa yapacak. O anayasa da en az yüzde 90 oranında kabul görecek ki, işte o zaman geleceğe umutla bakabileyim…
Bu bir temenni… Fakat bu ortamda olabilirliği var mı? Yok!”
Dünkü görüşme umutlanmak için bir işaret ama ihtiyatı elden bırakmıyor ve gelişmeleri izliyoruz. Bakalım ne olacak?
* * *
İhtiyat şundan…
İktidar ve ana muhalefet liderlerinin bir araya gelip anayasa çalışması için komisyon kurulmasına karar vermelerinin ardından ve ilk ele alınacak konunun türban olması!
Nedir türban?
Kadınların kiminin inanç, kiminin moda, kiminin de mahalle baskısı gereği başını sımsıkı bağladığı örtü…
Yani, küresel ekonomik krizin müsebbibi oldukları yetmiyormuş gibi, Türkiye’de siyasal sistemi tıkayan da onlar! Tabii yine dolaylı olarak…
Doğuştan itibaren özgür kalabilseler, erkek baskısı altında olmasalar hiçbir sorun olmayacak…
Kadınların en başta ekonomik özgürlük, eğitim ve sınıfsal sorunları varken, başlarının örtülmesini ülkenin birinci sorunu olarak ele almak da testosteronla ilgili olsa gerek…
Başka bir açıklama akla ve mantığa uymaz çünkü…