“Çok çok eskilerde bir kabilede herkes sabah erkenden avlanmaya çıkar geç saatlerde dönermiş. İçlerinden biri avlanmaya gitmez, ormanlarda aylak aylak gezermiş. Kuşları dinler, çiçek toplarmış. Akşam geldikleri vakit bizim birader gördüklerini masal tadında anlatır, avcılar da dinlerken yorgunluktan uyuyup kalırlarmış.

İçlerinden biri “Bu adam niçin çalışmıyor, bunu da ava götürelim” demiş ve götürmüşler. İlk gün bizim birader de yorulmuş. Hiçbir şey anlatamadığı gibi yorgunluktan uyumuş.

Günler birbirini kovalamış, bütün kabile bir boşluk hissetmiş. Eskiden biri bir şeyler anlatırdı, şimdi anlatan eden yok. Düşünmüşler taşınmışlar. Bir sabah biraderi uyandırmadan ava gitmişler. İşte sanatçının öyküsü…”

Kim anlatıyor bu hikayeyi?

Mazhar Alanson.. Üstelik daha gencecikken..

TRT arşivinden çıkmış bir video.. TRT Müzik kanalında Kırkbeşlik programında yayınlanmış. Bir ay kadar önce de program danışmanı ve metin yazarı Alper Fidaner tarafından sosyal medyada paylaşılmış. Mazhar Alanson şarkısını da yapmış. Hikayeyi anlatıyor, arkasından şarkısını söylüyor.

Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası viyolonsel sanatçılarından, aynı zamanda TRT Radyo 3’te yayınlanan Karma programının koordinatörü ve sunucusu Burç Balcı sayesinde izledim videoyu..

Neyse, uzatmayalım..

İlkel toplumlar fark etmiş sanatın ve sanatçının önemini.. Oysa 21. Yüzyıl Türkiye’si, sanatın içine tüküren, ucube diye heykel yıktıran, tiyatro sanatçılarına “haddini bilmeyen despotlar” diyenler tarafından yönetiliyor.

Ne acı!

* * *

Bursa’da, turizmin ağız sulandıran pastasından pay kapmaya çalışılırken, bunun için arama toplantıları düzenlenirken, kentte turizme katkı sunacak tarihi yapıtlar onarılırken, bu çabalarla çelişen görüntülere bakın hele..

Milyonlarca turist çeken Prag-Viyana-Budapeşte destinasyonunda “eski şehir” olarak adlandırılan tarihi yerler olduğu gibi korunurken, eski Bursa’nın göbeğine gökdelenler diktik!

Resmen ucube!

Bahsettiğimiz Avrupa kentlerinde binaların dış cepheleri birer heykel galerisi gibiyken, bizdeki binalar estetikten yoksun, üst üste dizilmiş kibrit kutuları gibi..

* * *

Bu vesileyle bir çağrı:

Kabilenin bazı üyelerini serbest bıraksın devlet! Aylak aylak gezsinler Avrupa’yı, Asya’yı, Amerika’yı.. Birileri desin varsın “Belediyenin, devletin parasıyla dünyayı geziyorlar” diye.. Diyenlerin karşısında önce ben duracağım.

Ama döndüklerinde, gelecek kuşakların gurur duyacağı estetik kentler yaratsınlar!

İlgili yazılar:

İlgili yazı bulunamadı

Etiketler:
 

1 Yanıt » “Ver elini öpeyim!”

  1. Güneşli bir günde nehrin kıyısı dinlenmek ve manzarayı seyretmek için en ideal yer. Zamanında parlamentoya, şimdilerde Çek Filarmoni Orkestrası’na ev sahipliği yapan haşmetli Neo-Rönesans yapısı Rudofinum’un basamaklarında ve Jan Palach Meydanı’nda Bohemya’nın bohem gençleri, kimi sere serpe, kimi sarmaş dolaş, kimi elinde birası güneşleniyordu. Mánesův Köprüsü üzerinden Vltava Nehri’ne şöyle bir baktım. Gezinti tekneleri pırıldayan suların üzerinde bir aşağı bir yukarı gidiyordu. İleride, Prag’ın en popüler noktalarından olan Karel Köprüsü üzerinde turistlerin hareketliliği seçilebiliyordu. Prag Kalesi mağrur mağrur şehri seyrederken, St. Vitus Katedrali’nin kuleleri güneş altında parıldıyordu. Ben de yoğun tur programıma bir es verip nehir kıyısındaki banklardan birine oturdum. Artık iyice ağrımaya başlayan bacaklarımı biraz dinlendirirken aylaklığın ruha ne kadar iyi geldiğini düşünüyordum. Ne yazık ki zaman benim kadar aylak değildi. Turu planladığım şekilde bitirmek için daha önümde bayağı yol vardı ki yorgunluktan dolayı bazı yerleri es geçmiştim. Nehir kıyısından yürümeye devam ederek Karel Köprüsü’nün başına geldim. Köprü geçişini başka bir güne bıraktığım için nehir kıyısını terk edip yüzümü yine Eski Şehre döndüm.

Yorumlayın